ŞAİR MEHMET TEPE İLE SON KİTABI BURADAN BAKINCA ÜZERİNE

Mehmet Tepe topluma, bireye, doğaya duyarlı gözlerle bakabilen bir şair. Türk Dili ve Edebiyatı mezunu. Şiirlerinde toplumun sıkıntılarına, bireysel yalnızlıklara değinen ve sosyal medya hesaplarında paylaştığı seyahat fotoğrafları ile sanatçı bakışını ortaya koyan bir öğretmen. Mehmet Tepe ile şiir, esin kaynakları, sanat ve yaşam üzerine konuştuk...

ŞAİR MEHMET TEPE İLE SON KİTABI BURADAN BAKINCA ÜZERİNE

RÖPORTAJ: AYŞE HİCRET AYDOĞAN

Yazmak, bir varoluş sıkıntısıdır. Çünkü insan yürüyen bir sıkıntı, oradan oraya kendini teskin edecek eczanın peşindedir.

Kasım 2020 tarihinde Muhit Kitap’tan çıkan Buradan Bakınca ikinci şiir kitabınız. İlk kitabınız Toprak Saha’dan başlayarak şiir yolculuğunuzu, kitaplarınızın yayımlanma sürecini anlatır mısınız?

Şiir yolculuğum lise yıllarına kadar gider. Hatta bizim köydeki dengbejlerin o tınısına kadar da götürebiliriz. Lise yıllarımda kendimi bir anda Orhan Veli, Cahit Sıtkı ve Faruk Nafiz gibi şairlerin dünyasında buldum. Gariptir, hiçbir yönlendirme falan olmadan şiirin ruh dünyama etki ettiğini gördüm. İlk şiirimin Dergâh’ta yayınlanmasından on bir yıl sonra Toprak Saha kitabım Yedi İklim yayınları arasında çıktı. Toprak Saha; Dergâh, İtibar ve Yedi İklim dergisinde çıkan şiirlerin toplamı bir kitap oldu. İlk kitabımın akranlarıma göre biraz geç çıktığını düşünüyorum. Bunda şiirin sürekli devingen, bitmeyen, ilerleyen, genişleyen bir şey olduğuna inanmamın etkisi oldu. Çünkü o zamanlar bir bakıma noktaladığın şiire dokunulmaz, bir kelime eklenemez ya da çıkartılamaz, her şeyiyle tastamam bir şey olduğu inancına sahiptim. Bu duygu Yahya Kemal gibi bir büyük şairi yaşadığı zamanda bir kitabı olmaktan yoksun bırakmıştır. Bu duygu Yahya Kemal ve dönemi için kabul edilebilir bir şey olabilir ama günümüz şiirinde bir şair şiirlerini iki kapak arasında görmek gibi bir isteğe sahip. Bu duyguyla ilk kitabım çıktı. Buradan Bakınca kitabım Muhit yayınları arasından yaklaşık dokuz ay önce çıktı. Kitaptaki şiirler Muhit dergisi başta olmak üzere birçok dergide çıkan şiirlerin bir toplamı olduğunu belirteyim. Kitabın yayınlanma aşamasında Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın İbrahim Tenekeci ve editör Şair Yunus Karadağ ile Tuba Kaplan’ın çabalarına buradan teşekkür etmeden geçmek haksızlık diye düşünüyorum. Bir kitabın ilk sözcüğünden son sözcüğüne kadar nasıl bir dikkat ve rikkat çabasıyla ortaya çıktığını çok iyi anladım.

 

Cahit Zarifoğlu’nun İns kitabını okuyorum şu anda. Şöyle bir ifade var: “Yazmaya başlamadan birkaç gün önce karışık, sinir bozucu sesler işitmeye başlıyorum. Orkestranın konserden önce günlerce süren bir akort faslını düşünün. Yazmaya başlayınca müzik belirir.” Sizin yazma süreciniz sancılı mıdır?

Cahit Zarifoğlu çok güzel ifade etmiş. Bir şiirin gelişi ayak seslerinden belli oluyor sanki. Eğer şiir güçlü ve sağlam geliyorsa siz bunu ruhsal anlamda hissediyorsunuz. Aslında Zarifoğlu, yazma serüvenini öyle bir yerden yakalıyor ki… Bu sanki gökten gelen bir işaretin ilk nüvesi. Bu çok iddialı ve bir o kadar da gerçek bir durum. Açıkçası bende de bu tür hisler bazen ortaya çıkıyor. Siz bunu hissediyorsunuz ama işte tanımlayamıyorsunuz. Bu tür bir itki ile gelen şiir açıkçası sağlam şiir oluyor. Şiir ertelenemeyen yegâne sanatlardandır. Mısraı yakalama şansınız çok azdır. Bazen gelen mısraı yakalama fırsatını kaçırdınız mı bu durum belki de iyi bir şiirin elden kaçmasına sebep olacak. Bu ruh hâlinden uzak çok güzel şiirler yazan şairler de mutlaka vardır. Ama kendi adıma söyleyeyim, bu histen uzak şiirler yazdığımda ruhumda çok da bir karşılık bulmuyor. Bir keresinde bu ruh dağdağasından uzak böyle bir şiir yazmış ve bir dergiye göndermiştim. Dergi şiiri yayımladı ve fakat o şiir içime asla sinmedi. En sonunda zaten o şiiri kitaba almadım.

“Kaçalım çarşılardan içime sığmayan bir telaşla“ Şiirlerinizin çoğunda modern yaşamdan kaçma arzusu göze çarpıyor. Eleştirel gözle bakabilen, toplumsal gerçekleri şiirine lirik bir dille yansıtan bir şairsiniz. “eteğine değmesin diye telaşı bu dünyanın” dizenize atıfla sormak isterim, dünya telaşının şiirinize etkileri nelerdir?

İsmet Özel’in ‘ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum’ mısraını pek severim. Özel, dünyada kendisini bu dünyadan korumaya çalışacak mücehhez bazı donatılara sahip bir şair. Peki, biz öyle miyiz? Hayır. Dünyada yürümeye başladığımız andan itibaren her bastığımız yerde bir mayın varmış edasıyla yürümek gerektiğini düşünüyorum. Bu duygu, insanı dünya temaşası ve telaşından kurtarabilir. Çünkü bu bahsettiğim durum devamlı ayık olma hâlini içinde barındırır. Fakat bu profan ve modern dünya düzleminde ayak bastığımız her yerden mayınlar patlamasına rağmen umurumuzda olmadan yürümeye devam ediyoruz. Aslında bu durum çok korkunç bir şey. Modern bir dünyada yaşıyoruz ve bu dünyanın eleştirisini yapıyoruz. Modern dünyada yaşayan birinin bu dünyayı eleştirme hakkı yok mu? Meseleye bu sorudan başlayıp dünya ile aramızdaki mesafeyi tartmaya çalışmak lazım. Çünkü dünyada hayret edeceğimiz çok az şeyimiz kaldı. İnsanız ve olup biten her şeyden olumlu ya da olumsuz etkileniyoruz. İnsan kalabilmek adına dünyadan kaçmak lazım diye düşünüyorum. Belki bu, maddi varlık bağlamında imkânsızdır ama manevi anlamda dünyadan uzak yaşanabilir, diye düşünüyorum.

 

Esin konusunda düşünceleriniz nedir? Yaşamın tümüne sanat gözüyle bakmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Şiir birdenbire mi ortaya çıkar, şairlere hediye edilmiş kelimeler midir? Aradığımız bir şey var, yazmaya iten. Sizin aradığınız nedir?

Necip Fazıl, şiir yazmayı kendi içinde bir bahaneye bağlamıştı. Yıllar önce Rasim Özdenören bir gazetedeki köşe yazısında ‘Bahanesiz de Olabilir’ diyerek ve Faulkner’den de bahsederek sanat yapmak için bunu illa ki bir sebebe bağlamamak lazım gerektiği üzerinde durmuştu. Şiir yazmanın birçok bahanesi olabilir. Ama ‘yazmasam, çıldıracaktım’ diyen Sait Faik kadar da meseleyi çılgınlık aşamasında değerlendirmiyorum. Dünyada yaşadığınız her andan bir etki ortaya çıkıyor. Müzik dinliyorsunuz, kitaplar okuyor, enstrüman çalıyorsunuz, film izliyor, seyahatte bulunuyorsunuz. Çevrenizde sevdikleriniz ölüyor, ayrılıklar, acılar, sizi yaralayan anılar…  Tüm bunlar yaradılıştan gelen az buçuk yetenekle birleştiğinde ve dünya çekilmez bir hâl aldığında kaleme sarılmaktan başka bir yolunuz olmuyor. Esin konusunda Valery gibi düşünüyorum: “İlk dize tanrıdan.” Allah ilk dizeyi verir yani içinize ilham peyda eder. Şiir, birdenbire gelebilir ama hemen gitmez, gitmemeli… Şiir üzerinde kafa yormak, çalışmak şiiri belli bir disiplin içinde yönetmek de kanaatimce şairin önemli görevlerindendir. Kullanım zamanını ve alanını bilirsek tüm kelimeler şairlere hediye de edilebilir hibe de… Nasıl ki bir ressam malzemesi olan tüm renklere taliptir ve onları kendi bağlamında kullanmakla yeteneğini ortaya çıkarmakla mükelleftir; şairin de malzemesi kelimelerdir ve onlarla kendi dünyasında sağlam bir alan oluşturabilir. Yazmak, bir varoluş sıkıntısıdır. Mesele yerine sıkıntıyı bilerek kullandım. Çünkü insan, yürüyen bir sıkıntı, oradan oraya kendini teskin edecek eczanın peşindedir. Şairin dünyaya gelişi sırasında bünyesinde içkin olan o yarayla veya sıkıntıyla baş edebilmek için yazar. Yazdıkları nispetinde ağırlıklarından kurtulmuş olur. Ama bu ağırlıklardan kurtulma hâli de geçici bir şeydir. Bundan dolayı devamlı yazma edimi sayesinde bir çıkar yol arama telaşı taşır.

Arjantinli şair, yazar Jorge Luis Borges, Indiana Üniversitesi’nde gerçekleştirilen söyleşisinde şöyle diyor: “Her şair kendi müziğini ve neredeyse kendi dilini geliştirir. Bir dilden büyük bir şair geçtiyse o dil artık aynı dil değildir.” Sizin ‘büyük’ şairlerinizi öğrenmek isterim.

Aslında bu soru hem kolay hem zor bir soru. ‘Büyük’ sıfatını haiz şairlerde aradığımız nedir? Dile yeni bir anlam yükleme ya da dili kendine ait kılma durumu olarak mı değerlendireceğiz? Mesela büyük şair dediğimiz zaman o şairin hem dil hem de şiir geleneği içindeki yerini tam olarak tespit edebilir miyiz? Benim büyük şairlerimden çok, birkaç cins şairim var. Bunlar benim şiir dünyama doğrudan etki etmiş şairlerdir. İlk şiir serüvenimde etkilendiğim, aynı havayı teneffüs ettiğime inandığım şairler. Yabancı şairlerden özellikle Rilke, Eliot, Ezra Pound, G. Trakl, Neruda benim sevdiğim şairler. Türk edebiyatında ise Necip Fazıl, İsmet Özel, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Turgut Uyar, İlhan Berk, Hüseyin Atlansoy, Ergin Günçe, İlhami Çiçek, İbrahim Tenekeci, Ahmet Murat gibi cins şairlerim vardır. Benimle aynı kuşaktan olan birkaç şair daha var ama biliyorsunuz bizim camiada alınganlıklar had safhada olduğu için o şairlerin adlarını zikretmek istemiyorum.

 

Şiir çözümlemesi her zaman meşakkatli gelmiştir bana. Şiiri anlayabilmek kişisel bir deneyim. Okurun bilgi ve birikimi ile çok ilgisi olduğunu düşünüyorum. Eğitimci gözüyle de yanıtlamanızı isterim; şiiri anlayabilmek için okur kendini nasıl geliştirebilir?

Bu soruya haddimi aşarak cevap vermek zorunda kalacağım. Zaten siz de değinmişsiniz. Okurun bilgi, kültür, yaşadığı çevre ve şartlar, o anki psikolojik durumu, hazır bulunuşluluğu gibi birçok faktör şiiri anlama veya daha doğrusu hissetme eylemi için gerekli olan şeylerdir. Az önce ‘hissetme’ duygusuna vurgu yaptım. Çünkü bence şiir anlaşılmaktan çok hissedilmeye matuf bir sanattır. Açıkçası bu konudaki tutumum Ahmet Haşim’in tutumuyla aynı. “Şiir, anlaşılmaktan çok duyulmaya yakın ortalama bir dildir.” demişti. Modern bir hayatta yaşıyoruz, insanların artık durup ince şeyleri düşünmeye zamanları yok. Şiir her devirde az ama seçkin bir zümreye hitap ederdi ve fakat şiir hiç bu dönem kadar uzaktan takip edilen bir sanat olmamıştı. Sosyal medya hesaplarındaki şiir paylaşımlarına bakmayın. O paylaşımları yapanların çok büyük bir kısmı bir şiir kitabı alma zahmetinde bile bulunmamıştır. Böyle olunca işimiz daha da zorlaşmaktadır. Mesela belli başlı edebiyat dergilerini takip etmek, kendi rüştünü ispat etmiş şairlerin meclislerinde bulunmak, günümüz şairlerini takip etmenin yanında geleneğimizde şiirleriyle edebiyatımıza nüfuz etmiş şairlerin şiirlerini bilmek de şiirden estetik bir haz almayı sağlamamıza yardımı olur, diye düşünüyorum.

 

Cahit Zarifoğlu “Anahtarı yalnız bende bulunan bir odaya girer gibi okurum şiirimi.” diyor Yaşamak kitabında. Şiirlerinizde kullandığınız imgeler yaşama biçiminizin, duygularınızın bir resmi midir? Yazar, kullandığı imgelerle sonunda kendini nakşeder ve fakat her okur kendi dünyasında yeni bir şekil ekler diye düşünüyorum.

Şimdi burada olaya nereden bakmalıyız? Cahit Zarifoğlu veçhesinden bakarsak durum tam da yukarıdaki ifadeleri gibi ayan beyandır. Çünkü Zarifoğlu’nun şiir dünyasının çok zengin katmanları olduğuna inanıyorum. Kendisi cins bir şairdir. Onun şiiri kendi ifadesiyle ‘buzdağı’ gibidir. Görünenin dışında görünmeyen ama hissedilen geniş bir anlam katmanı vardır. İmgeleri de sarsıcı ve şerh edilmeye muhtaç zengin ifadelerdir. Onun işaret ettiği ile bizim gördüklerimiz çok defa farklı şeyler oluyor. Ondan dolayı şiiri çok defa ‘zor anlaşılıyor’ itirazına maruz kalır. Şair dış dünyada gördüğü gerçekliği kendi zihninde yeniden yorumlayarak ona yeni bir elbise giydirip bize sunar. Buradan yola çıkarsak kısaca şunu söyleyebilirim: Şair yaşadığı, etkilenip, etkilendiği dünyanın muhatabıdır. Bundan dolayı kullandığımız imgeler de yaşadığımız hayatın karelerinden izler taşır. Çünkü içinde yaşadığımız dünyanın kelimelerle fotoğrafı çekilmiş hâlidir imgeler. Bundan dolayı onlara bir şahsilik izafe edebiliriz. Çünkü imgeler bir şairin üslubunu ele verir, diyebiliriz. Yaşadığım coğrafyada mesela ‘tütün’ yetişiyor. Tütünün bir imge olarak şiirime girmesi kadar doğal bir şey olamaz. Fakat ben tütün yerine hayatımla doğrudan bir ilgisi olmayan fındığa devamlı bir temasta bulunamam. Çünkü şiir gerçeği olmasa da gerçekliği sever.

 

Son olarak bir şair çocuğu olarak sormak isterim; babam Kâmil Aydoğan’a bir söyleşisinde “Çocuklarınızın şair olmasını ister miydiniz?” diye soruluyor ve bu duygu yoğunluğunu, yalnızlığı taşımamızı istemediğinden dem vuruyor. Aynı soruyu size yöneltsem cevabınız ne olur?

Öncelikle kıymetli babanıza rahmet diliyorum. Ben de açıkçası babanız gibi düşünüyorum. Çocuklarımın şair olmalarından çok onların bir şair duyarlığıyla, dünyaya anlam katmaları taraftarıyım. Şiir okusunlar, iyi şiirlerden anlasınlar, kitaplar alıp kendilerine güzel mütevazı kitaplıklar kursunlar, en az bir enstrüman çalabilsinler, fotoğraf çeksinler, dünyadan haberdar olsunlar, yolculuk yapıp yeni yerler keşfetsinler, bilinçli tarih felsefesi okumalarını yapsınlar isterim. Çünkü şairlik ve şiir mutlu bir insanın pek de ilgi alanına giren şeyler değil açıkçası. Kaldı ki şiir sizden bedel ister. İsmet Özel’in ‘şiir senden neredeyse hayatını ister,’ ifadesine denk gelen bir durum söz konusu. Yine de nasip deyip geçmek en güzeli sanki…

 

Redaktör Haber ailesi adına çok teşekkür ederim.

Ben de bu güzel söyleşi için size ve Redaktör Haber ailesine çok teşekkür ederim.